Sabahtan beridir gökyüzünü kaplayan kara bulutlar akşam üzeri dağılmış, yağmurun yıkadığı gökyüzü berraklaşmış, yeryüzü de durulanmıştı. Enberi konumundaki dolunay gökyüzündeki yerini almış, yapılan temizliğin hakkınca yapılıp yapılmadığı kontrol edilircesine bir el feneri gibi parlıyordu. Yüzüne tutulduğunu sandığı dolunayın ışığı Erdal’ı uyandırdı. Bedeni kasılmıştı. Kucağındaki kitabı bir kenara koyarak ayağa kalkıp gerindi. Yarı açık pencereyi örtüp Saate baktı. Gece yarısına az kalmıştı. Yarınki buluşmasını hatırlayıp gerildi. Odadan çıkacakken resimdeki adamla karşı karşıya geldi. “Ne bakıyorsun?” der gibi bir tavırla sertçe bir bakış fırlatıp odadan ayrıldı. Yatağında bir sağa, bir sola huzursuzca dönenip duruyordu. Kitapçıdayken kızın ilk bakışta almadığı kitabı neredeyse bitirmişti. Lesaje ve Şirin Titanic adlı gemide seyahat ediyorlardı. Tam bu kısımda uyuyakalmış, hikâyenin son kısmını öğrenememişti. Salona gidip Semerkant adlı kitabı aldı ve odasına geri döndü. Kitabı bitirdiğinde yüzünde doymuş bir adamın rahatlığı vardı. Lesaje’ın arayıp bulduğu kitabını ve sevdiği kadınını kaybetmesi Erdal’ı hüzünlendirmişti. “Zor olan, kaybetmenin acısı değil aramanın zahmetidir. Evinden çıkmayan, bir şey uğruna çabalamayan insan zamandan başka ne kaybedebilir ki” diye düşündü. Yarınki kitap randevusu için artık bir tereddüttü kalmamıştı.
Mehmet Hüseyinçelebi
27.06.2021 Kastamonu
DEVAM EDECEK…